Velayet nedir?
Velayet, veliliğe ait sıfatlar üzeri bulunmak anlamına delir. Velinin Hakk’a olan yakinliği sebebi ile edindiği irfan ve kudrette feraset melekeleri edinmesi veya tasarruf edebilme melekeleri edinmesi ile veli oluşu velayetidir. Velayet yakin kavramı ile de çağırıştırılan velilik durumudur da diyebiliriz.
Velayet üç hususiyet üzeri yakinlikte sıfatlanır
1) Müşahededeki yakinlik
2) Ferasetteki yakinlik
3) Tasarruftaki yakinlik
Bunlar dahilinde velayet,
4) Hizmetteki yakinlik,
olarak dört şıkta toparlanabilinir.
Velinin nübüvvette, irşada memur olmasının sonucu hizmette edindiği yakinlik hâli olarak, nübüvetteki hizmet yakinliği hususen irdelenmesi gerekir.
Velayet mertebelerinde, yakinliğin başı iman etmek, yakinliğin sonu ise şahs-ı ahad’a ermektir.
İman ile kul müşahede yakinliğine sevk edilir. İman ile kul duyduğu, gördüğü, bildiği şeylerin doğruluğuna şek ve şüphesiz itikat edişiyle Hakk nurununtecellisi ile feraset sahibi olur. İmanı ile kul, Hakk’ın nuru ile nurlanışının sonucu edindiği melâike yoğunluğunu itikatındaki şüphesizliği ile iradesi doğrultusunda yönlendirerek tasarruf sahibi olur.
Abdulkerîm Kuşeyri hazretleri bir kelamında “kulun kurbiyeti (yakinliği) önce iman ve tasdikiyle olan yakinliktir; sonra ihsan ve tahkikiyle olan yakinliktir” demiştir. Hazretin buyuduğu iman ve tasdik Hakk’ın varlığına olan itikat hâline, ihsan ve tahkik ise hakikat bilgisi üzeri müşahedeye işarettir. İtikat ve müşahedenin kendisinde Hakk nuru ile nurlanan mümin feraset ve tasarrufta yakinlik bulur.
Velayette bulunan yani veli olup da yakin olan feraseti ile irfanda, tasarrufu ile kudrette varlık bulur. Velayet bulanın temeli ise ibadet (hizmet) etmek ve nefse muhalefettir. Bu bağlamda velayet, ibadet etme ve nefse muhalefet sonucu yani cihad-ı ekber ile Hakk’a yakin olma yoludur.
Bu yol Hz. Muhammed Mustafanın Mekke’nin fethi zamanlarında işareti üzeri Hz. Ali’nin (kvc) pirliğinde, ona muhabbet duyanların nasibi olmuştur.
Her türlü mücadelede cihadın sonucu Hakk’a yakinlik olarak Hz. Ali’nin uluhiyet üzeri olan yakinliğinde son bulur. Bu da Hz. Ali’ye Şah-ı Velayet denilmesine sebeptir.
Şah-ı Velayet zati tecelli sonucu Hakk’ın şahsının diriliğini kendinde bulandır. Hakk’ın şahsının diriliği ile varlık bulması sonucu kendi mevcudiyetine aşkın oluşu sebebi ile Alîdir. Kendisinde olan ise diriliği ile her şeye aşkın olan Aliyydir. Aliyy olan Allah, velayeti Hz. Ali’de sonlandırmıştır. Bu bağlamda Ali, Hakk’ın yüce olan “Ben”lik tavrıdır. Bu sözümüzden mevcudiyeti ile Hz. Ali’ye Allah denildiği anlaşılmamalıdır. Bilakis Hakk’a kıyasen sınırlı varlığı ile Hakk’ın “Ben” olan uluhiyet yüceliğinin karakterize olan tavrı olarak Ali anlaşılması gerekir. Yani tavırda bulunan ile tavırda bulunanın tavırları müşahedede birbirine karıştırılmamalıdır. Hz. Ali’nin kendisine Allah diyen kölesi kamberi kılıcı ile öldürüp diriltmesi hadisesi sonucu Allah’ı kendisi ile sınırlamaması gerektiği dersini vermeye çalışmasını da hususen belirtmek yerinde olur.
Hz. Ali kendisi gibi büyük ashab-ı kiramla beraber Hz. Resulün de beslendiği Rabb-ül Âlemin nuru ile kuvvet bulur. Ali efendimiz zaten bu kuvvetin kendisinde melekelerinin ulviyeti üzeri cennet nimetlerini kendinde bulan gönlü itibarıyla cennettir. Ve bu hâlinde Hakk ile bulduğu kuvvetinde cennetin efendisi, Hakk’a yakin gelmiş olduğu için mümin olmuş olan müminlerin efendisi ve Şah-ı Velayet olarak da muhabbetinin yolunda giden Hakk yolcularının piri mahiyetinde seçilmişlerin efendisidir.
Aslında Hz. Ali için söylenecek tek söz böylesi velayet mertebeleri seyrinin O’nun mevcudiyetinde noktalandığıdır. Lakin bu nübüvvetin rububiyet seyri velayet hâlleri için geçerli değildir. Bu da O’nun Muhammediyete terfisi üzeri irşadda bulunmasına kadardır.
Hz. Ali muhammediyetten beslenir. Lakin nübüvetin nimetlerinden faydalanması mahiyetinde muhammediyete terfisi ise Hz. Fatma ile olan beraberliklerinin sonucudur. Hz. Ali Resulullah efendimiz ile zat tecellide hem-hâl olarak velayet bulmuştur. Hz. Fatma ile olan muhabbetinin beraberliği sonucunda nübüvetin faziletine ermiştir.
Bu bağlamda rivayet üzeri bir kıssa anlatırsak: Hz. Muhammed efendimiz Hz. Ali’ye sorar, “Ya Ali, Allah’ı mı, beni mi, evladlarını mı, Fatmayı mı çok seversin”. Hz. Ali “hepinizi de seviyorum” der. Hz. Muhammed “Ya Ali, bir kalbte aynı anda iki sevgi bulunmaz” diyerek düşünmesini ister. Hz. Ali bu sualin cevabını düşünürken, Hz. Fatma’nın ne düşündüğünü sorması üzerine Hz. Ali hadiseyi anlatır. Hz. Fatma, Hz. Ali’ye “babama de ki, Allah’ı varlığımın hakkı için, sizi resulüm ve amcazadem olmanızın hakkı için, evlatlarımı sulbumün hakkı için, Fatmayı ise nefsimin hakkı için severim”. Hz. Ali, Hz. Resule bu cevabı verince, Hz. Muhammed efendimiz. “Ya Ali, bu nübüvetin faziletindendir, velayetin değil” buyururlar. ( Bu hadisden nübüvetin Haklar üzeri biçimlenen fazileti anlaşılması gerekir. Bu hadisi rivayeten yazdığımızdan sebebiyet tam metnini bulanlar konuyu daha iyi zevk edebilirler. )
Velayette her şeye bakmak yerine Hakk’ı müşahede cihetiyle her şey üzerinden Hakk’ı müşahede etmek ve Hakk’ı ulvi tavırları üzeri yaşamak vardır. Nübüvette ise her şey üzerinden Hakk müşahede edilirken ve Hakk ulvi sıfatları üzeri tavırlarında yaşanıyor iken her şeyin varoluş hakkı üzeri hakları da Hakk’ın varlık tavırları üzerinden yad edilir.
Velayet konusunda Hz. Fatma’yı anmamak velayetin hakkını vermemek olurdu. Hz. Fatıma kevser suresinin tenzilen ve tevilen anlam tecellilerini üzerinde yaşayandır. Kevser suresi Hz. Fatma’da anlamını bulur. Bu söylevden kevser suresinin tevil ve tefsir mânalarıyla yalnızca Hz. Fatma’da anlamını bulduğu anlaşılmamalıdır. Himmet ve muhabbetleri üzerimizden eksik olmaz, inşâallah.
Bu kitapta edepsizlik olmasın diyerek keşfte söylevde bulunmama hâline muhalefeten belirtmek gerekir ki her ne vakit baktıysam ruh gözümle Hz. Ali’nin siretine, Hz. Allah nurunun “Ben” olarak şahıs tavrında bulunuşundan başka bir şey görmedim. O Hz. Resule ve Hakk’a bütün mevcudiyeti ile kendini vakfetmiş sıddik-i ekberdir de.Himmet ve muhabbeti üzerimizden eksik olmaz, inşâallah.
Hususen belirtmek gerekir ki Hz. Ali, Hakk’ın uluhiyetinin ben olma tavrıdır. Hz. Ali bu bağlamda Hakk’ı yaşayandır. Lakin Hakk onunla sınırlı değildir. Her şeyde diriliği ile hazır, melâike tavrı ile nazır olarak fiilinde aşkınlığı görünen Aliyydir
Şah-ı velayet ile beraber bu yolun erenleri üç düzeyde sınıflandırılmış olarak velayet bulurlar.
1) Velayet-i Suğra: Suğra pek küçük anlamına gelir. Velayet-i suğra bu bağlamda kulun imanı ile ihsan bulduğu ve fiillerde Hakk’ı bulduğu müşahede yakinliğine denir. Bu mertebede tecelli-i berkilerle kul Hakk’a yakinlik bulur.
2) Velayet-i Kübra: Kübra en büyük, ekber olan anlamına gelir. Bu bağlamda velayet-i kübra meleklerin ve peygamberlerin Hakk’a yakinliği mertebeleridir. Bu yakinlikte sıfat, esma ve ayet tecellileri ayn-el yakin ve hak-el yakin olarak yaşamda müşahede edilir.
3) Velayet-i Ulya: Ulya pek büyük, pek yüce anlamına gelir. Bu bağlamda velayet-i ulya sıfat, esma ve ayet seyirlerinin bekâ mertebeleri seyrinde bulunmaktır. Lakin velayet-i ulya melâike-i alâya (nokta melâikeleri) ermekle mümkün olan velayet mertebesine denir.
Hakk’ın melâike tavırlarının, esma tavırları olarak meleklerde biçimlendiği bilinir. Bu doğrultuda her meleğin fiili, Hakk’ın esma tavrı olarak Hakk’ın fiilidir. Her meleğin varoluş bilgisi de esma-i hassı gereği melâike yoğunluğu kadar Hakk ile muhabbetinden ibarettir.
Seyr-ü sefer sonucu salik bir melek velayetini asliyeti ile kendinde bulan, bulduğu velayetin gereği olarak, bulunduğu esma, sıfat veya ayetleri bekâ seyrinde velayet-i ulya düzeyinde yaşar; Ama velayet-i ulya salikin Hakk’ın nurunun tecellisi sonucu melek değil Hakk ile yakinlik bulmasıyla, Hakk’ın şahsı üzeri O’nun ahlak tavırlarını bekâ seyrinde yaşaması ile alakadardır. Zati tecelli de velayet-i ulyadandır. Velayet-i ulyayı diğer iki velayet mertebesinden ayıran en büyük hususiyet, bekâ seyri üzeri baki olanın nurları ile velayet bulunuşundandır. Velayet-i kübrada her ne kadar velayet-i ulyaya benzer bekâ tecellileri yaşansa da kulluk perdesi üzeri yakinlik bulunduğu için velayet-i ulya ile karıştırılmamalıdır.
Velayet seyrinde velayet mertebelerinin veli makamı olarak taksim edilişinin sınıflandırılışı vardır. Bunlar Kutup, Gavs, Sultan, Abdal, Efrad, İmam, Büdela vb makamlardır.
Tasavvuf Sohbetlerimizi ücretsiz dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz.
Velayet ne demek? Paylaşın:Fark-ı Sânî
Sânî ikinci anlamına gelir. Fark-ı sânî talibin iman-ı şuhudide Hakk’ı ayn-el yakin ve Hakk-el yakin müşahede edişine denir. ...
Akış
Akış kavramı tasavvufta kullanılmaz, manevi bir hâl sebebi ile irdelemek gerekir. Fiziğin gösterdiği kadar biliyoruz ki mekandan bahsediliyorsa eğer, melâike (k...
Meşreb
Meşreb, yaratılıştan gelen ahlak ve huylara denir. Ehl-i tasavvuf için meşreb, insanın halk edilişinin unsurları ve ilkeleri üzeri tabiyatıyla bağlı olduğu uns...
Lütuf
Kulun gayret ve mücahedesi sonucunda çalışmalarının karşılığı dışında Hakk’ın kuluna hususen nimette ikramlarda bulunmasıdır. Nimet ve lütuf arasındaki en büyü...
Ahlak
Ahlak, hulkiyetle alakadar olarak, varlıkların fıtratları doğrultusunda varoluşları ve varoluşlarının fıtratları doğrultusunda mevcudiyetleri oranında varoluşsa...
Dem
Dem, her hangi bir durum üzeri bulunmaya, vakit geçirmeye, uğraşta olunmaya ve karşılıklı ilişki sonucu olay ve olguların tekamülünde değişimde olmaya dem denir...
Furkan
Hayır ve şerrin, hak ile batılın ayırd edilebilmesini sağlayan ve doğruluğa sevk eden kitap olması sebebi ile Kur’ana Furkan da denilir. Sufiler, anlayış zevkle...
Hiç
Hiç, varlığı bulunmamak anlamına gelir. Mertebe-i hiç, kulun Hakk ile varlık bulduğunun bilincine ererek fenâdan sonra kulluğunun hiçlikten ibaret olduğunun bi...
Vahidiyet
Allah’ın (c.c.) şahsında ahad olması sebebi ile, sıfatında bilinen, esmasında ayan olunan, fiilinde melekleri, kâinattaki kitap açılımları, peygamberleri, sebep...
Kanâat
Kanâat bir şeye kani olma yani inanma ve tatmin olma hâlidir. Düşüncede kanâat böyle iken yaşamda kanâat, kişinin rızkına razı oluşudur, yani kişinin rızkından ...